Tamer Karadağlı Biyografi Kimdir

30 Kasım 2017 Perşembe
Tamer Karadağlı, 24 Mayıs 1967 tarihinde genç bir anne babanın ilk evladı olarak Ankara’da doğdu. Aslen Azeri kökenli Kars Sarıkamışlıdır. İlkokula başlamadan ailesi ile birlikte ABD’ye yerleşen Tamer Karadağlı, İlkokula Amerika’da başladı, Lise yıllarına kadar Amerika’da yaşamış sonra Türkiye’ye dönmüş ve TED Ankara Koleji’ne yazılmış; İkizler burcu erkeği olan Tamer Karadağlı’nın kendi deyimi ile Türkiye’ye geldigi ilk yıllar biraz zor geçti, dayanamayıp Amerika’ya dönen Karadağlı lise sonda kesin dönüş yaptığı Türkiye’de Çankaya Lisesi’nden mezun oldu. Sinema sevdası o yıllarda basladı. Daha sonra Bilkent Üniversitesi Sahne ve Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümünden mezun oldu.
İlk filmini 1993 yılında çevirdi. TRT‘de yıllarca oynayan “Ferhunde Hanımlar” dizisinde Dr. Selçuk rolü ile ün kazandı. Üniversite yıllarında başladığı seslendirme işini başarı ile devam ettirdi. Robert De NiroMarlon Brando‘nun gençliğini, Al PacinoAntonio BanderasMichael MadsenKevin KostnerClint EastwoodMel GibsonGeorge Clooney gibi sanatçıları seslendirdi.
1200 bölüm süren kaliteli bir TRT yapımı olan Ferhunde Hanımlar dizisindeki Dr. Selçuk rolünden sonra Tamer Karadağlı için İstanbul macerası “Çocuklar Duymasın” adlı dizisindeki “TAŞ FIRIN” Haluk rolü ile ile başladı.
Tamer Karadağlı, 8 farklı İngilizce lehçesini konuşmaktadır. Hala Çocuklar Duymasın adlı dizide rol almaktadır.
Reklam filmlerinde de yer alan Karadağlı, oyunculuk dışında bir çok ünlü oyuncunun seslendirmesini de yaptı.
2012 yılının başında Yönetmen koltuğuna da oturan Tamer Karadağlı, “Süpertürk” adlı bir film çevirdi. Murat Serezli’nin de oynadığı filmde Tamer Karadağlı hem tönetmen hem de oyuncu .
Seslendirme sanatçısı Arzu Balkan ile 30 Kasım 2002 de evlenip, 24 Nisan 2007de boşandı. 2 Temmuz 2006’da kızları Zeyno dünyaya geldi.
Tamer Karadağlı’nın TST Gıda ve Su Sanayi adlı şirketi var. Ayrıca Türk Patent Ensitüsü‘nden su sektöründe kullanılmak üzere ‘Suna’ ve ‘Artı’ markalarını koruma altına aldırdı. Faaliyetlerine devam eden şirketi küçük yatırımlarla büyütmeye çalışıyor.
İki tane Harley Davidson motosikleti var vakit buldukça onlarla geziyor.
Filmleri :
Çocuklar Duymasın – 2017
Pamuk Prens – 2016
Acayip Hikayeler – 2012
Adım Bayram Bayram – 2011
Çocuklar Duymasın – 2010
Sağlık Olsun – 2009
Ah Kalbim- 2009
Son Ağa – 2008
Kiralık Oda – 2008
Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım – 2007
Fedai – 2007
Living & Dying – 2007
Ben Fazla Kalmayacağım – 2007
Sınavdan Sonra – 2006
Hayatım Sana Feda – 2006
Arka Sokaklar – 2006
Beyza’nın Kadınları – 2005
Şans Kapıyı Kırınca – 2004
Yağmur Zamanı – 2004
Bir Tutam Baharat – 2003
En Son Babalar Duyar – 2002
Çocuklar Duymasın – 2002
Nasıl Evde Kaldım – 2001
Artık Sevmeyeceğim – 2000
Sarı Evin Esrarı – 2000
Şaşı Felek Çıkmazı – 2000
Demir Leblebi – 1999
Babam Olur musun? – 1999
Ferhunde Hanımlar – 1993
Devamını oku »

Behçet Cantürk Kimdir

Behçet Cantürk ( 1950)- (14.01.1994)

bölücü, uyuşturucu kaçakçısı işadamı



1950 yılında Diyarbakır'da doğdu. Babası Kürt, annesi ise Ermeni asıllı. 1975 yılından itibaren, bazı kaçakçıların faaliyetlerine ortak oldu. 1975 yılında Türkiye Komünist Partisi'nin denetimindeki İlerici Gençlik Derneği'nin (İGD) tertiplediği Diyarbakır Lice protesto yürüyüşünü organize etti ve derneğe para yardımında bulundu. Aynı yıl askere gitmemek için rüşvet vererek çürük raporu aldı. 1977 yılında silah kaçakçılığına başladı. 1978 sonlarında Devrimci Doğu Kültür Dernekleri'ne (DDKD) üye oldu. Aynı tarihte, DDKD'yi maddi yönden kuvvetlendirmek amacıyla silah, mühimmat, uyuşturucu madde ve gümrük kaçakçılığına başladı. 1979 yılında Bulgaristan'dan kaçak olarak PKK'ye silah getirdı. 1981 yılında, illegal olarak Suriye'ye gitti. ASALA üyeleriyle, ASALA DDKD işbirliği ile uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini birlikte organize etme kararı aldı.

1981-1983 yılları arasında, Kapalıçarşı'daki bazı kuyumcu Ermeni ve Süryanilerle altın ve pırlanta kaçakçılığı yaptı. 1983 tarihinde Dündar Kılıç ve İsmail Hacısüleymanoğlu'nun, Kapalıçarşı'daki gayrimüslim ve Diyarbakırlılara, altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirebilmek amacıyla baskı yapması üzerine, ASALA'nın Kapalıçarşı'ya yaptığı bombalı ve silahlı eylemi organize etti. 1983'den 1994'e kadar Diyarbakır'daki uyuşturucu tekelini elinde tuttu. 22 Haziran 1984 tarihinde PKK üyesi olduğu gerekçesiyle Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca tutuklandı. Mart 1993 ayı itibarıyla Akdeniz'de batırılan Kısmetim I gemisinde bulunan 3 ton uyuşturucuya Hüseyin Baybaşın ile ortak olduğu, PKK'ye para toplanmasında kaçakçılar ile örgüt arasında aracılık yaptığı, Nisan 1992 tarihinde İranlı Hüsno adlı şahıs ile birlikte Pakistan'dan Türkiye'ye 6 ton bazmorfin ve 5 ton esrar getirdiği iddia edildi.

14 Ocak 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Cantürk'ün ve şöförünün cesetleri, bir gün sonra Sapanca yakınlarında bulundu.




HAKKINDA YAZILANLAR

80'li yılların başında askeri yönetime rağmen uyuşturucu ve silah kaçakçılığında hız kesmeyen ve ülkenin, elinde en çok nakit tutan ailesi olarak tanımlanan Cantürkler, Lice'yi de "Eroin başkenti" haline getirdiler. Diyarbakır ve Lice'de korkuyla karışık saygıyla anılan, uluslararası eroin kaçakçılığında etkin bir rol oynayan aile ile ilgili belgeler Narkotik ve MİT'te hatırı sayılır kalınlıkta dosyalar oluşturmaya başladı. Avusturya istihbaratından gelen "Cantürk" dosyasında bakın neler vardı:

Ağabey Nizamettin Cantürk'ün büyük eroin tüccarı olduğu hakkında dış basında çıkan, tekzip edilmemiş yazılar. Kayınbiraderleri Vehbi Orakçı'nın, Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Sığınak Köyü'ne bağlı Şemo Mezrası'nda yapılan operasyonlar sırasında ele geçirilen 33 kilo eroin ve tam teşekküllü eroin laboratuvarının ayrıntıları.

Cantürklerin kirli çamaşırları, Içişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 090681 "Şifre Yıldırım Telsizi" ile 4 Haziran 1981 günü 6 ilin valiliklerine duyuruldu. Behçet Cantürk'ün doğum yeri olan, ülkenin bir ucundaki Lice'yi daha iyi tanımak için, Alman Quik Dergisi'nin 10 yıl önce, "Eroin kaçakçısı Türkler Lice'den geliyor" başlıklı haberinde yeralan, Düzeldorf Kaçakçılık Savcısı Hans Heliman'ın resmi açıklamalarına kulak verelim: "Türkler bizim için 1977 yılından beri dert oldu. Gün geçtikce sayıları artıyor. Son günlerde yakalananların hepsinin Lice'den geldiği saptandı. Bu yüzden yakalanmaları da kolay olmaya başladı. Bizce, Lice'de mükemmel eroin laboratuarları olmalı. "

Quik Dergisi, Lice denilince ilk akla gelen, daha doğrusu akıllardan hiç çıkmayan Cantürk Ailesi'ni "Eroin Kralı" olarak kapağına çıkartmıştı. Lice'de yaşayan ve Cantürk soyadını taşımayanların yüz yüze gelmekten bile çekindiği aileyi böylesine açık ve tehlikeli bir şekilde teşhir eden dergi, her nedense tekzip edilmemişti.

Cantürklerin, kendi adlarını verdikleri sokağından hükmettikleri Lice için, Federal Alman Polisi bir araştırma ekibi oluşturdu. Italyan polisi özel bir arşiv, Amerikan Narkotiği FNI ise daha ileri gidip bir broşür hazırlattı. Kısacası, dünya üzerinde Istanbul ve ankara'nın adını bile duymayan narkotik dedektifleri Lice'den haberdardı.

"Güvenilir kaynaktan alınan bir haberde”, Diyarbakır Ili, Lice Ilçesi halkından Reşit oğlu Behçet Cantürk ile Reşit oğlu Nizamettin Cantürk'ün Italya'dan bir gemi ile 7. 65 mm çapında Baretta marka tabancayı yakın bir zamanda Mersin-Antalya arasındaki sahilden çıkarttıkları ve çıkartma sırasında tabancaların bir miktarının ıslanarak paslandığı ve çıkarttıkları tabancalardan 13 bin adedini Diyarbakır yakınlarında sakladıkları, iki bin adedini ise şu anda paslarını gidermek için Van Ili Başkale Ilçesi yakınlarındaki bir köyde silah ustaları tarafından paslarının giderilerek boyandığı, boyama işleri bitince 2 bin adet tabancanın Iran'a verilip karşılığında baz morfin alacakları, diğer 13 bin tabancanın da ülkemizde dağıtımını yapacakları, ayrıca Behçet Cantürk'ün annesinin Ermeni olduğu, isminin Hatun olduğu, 1965 yılında aile için bir çatışmada öldürüldüğü, fakat merdivenden düşmüş gibi gösterildiği, Hatun'un erkek kardeşinin adının Sietro olup, halen Halep şehrinde kuyumculuk ve ticaretle iştigal ettiği. Garabet isimli dayısının ise halen Istanbul ili Kadıköy semtinde sigara bayiğininin bulunduğu, ayrıca Istanbul Kapalıçarşı'da çok sayıda akrabasının bulunduğu, bu akrabalarından bir tanesinin adının Tato olduğu. "

EROIN ALEMLERI
"Ayrıca, Behçet Cantürk'ün kardeşi Sabit Cantürk de, Lice Ilçesi Kumlucaaltı'nda bir kulübünün olduğu, devamlı olarak akşamları eroin alemleri tertip ederek halkı eroine alıştırmaya teşvik ettiği, bunu maksatlı olarak yaptığı, eroine bağımlılık kazandırdığı şahıslara eroin kaçakçılığı yaptırdığı ve bunların Marsilya'ya yakın Italya'da bulunan Ermeniler ile işbirliği kurarak, Ermeni ideolojisine yardım ettikleri ve halkı silahlandırmak amacıyla kaçakçılık yaptıkları, yukarıda söz koünusu edilen tabancaları da bahis konusu Ermeniler aracılığıyya ülkemize soktukları, adı geçenlerin Halep'teki akrabalarının sık sık ziyarete gittikleri. Iran'dan aldıkları uyuşturucuyu Halep üzerinden Italya'ya kaçırdıkları, ayrıca Diyarbakır Lice depreminde Ermeni grupların depremzedelere para yardımı yaptıkları ve bu arada Behçet Cantürk'e 10 milyon Türk Lirası verdikleri, bu ailenin para ile kaçakçılık başlatmasının talimatının Ermenilerce verildiği istihbar edilmiştir. "

"Yukarıda belirtilen hususların, güvenilir elemanlarımızdan çok gizli tetkik ve tahkikatının yaptırılarak, konu üzerinde hassasiyetle durularak, suçluların suç delilleriyle birlikte yakalanmalarının temini ile neticeden bilgi verilmesini önemle rica ederim. "

Büyük Göç
Polisin geçmişini didik didik ettiği Behçet Cantürk, işlerini daha da büyüterek 70'li yılların sonunda 50 bin liraya Diyarbakır'da Demir Oteli satın aldı.

1979 yılında ailesiyle birlikte Istanbul'a yerleşerek otelcilik ve emlak alım-satım işlerine başladı. Diyarbakır'ı asla defterinden silmeyen Cantürk, Diyarbakırspor'a yüklü bağışlarda bulundu.

1983 yılında ASALA militanı Mıgırdıç Madaryan tarafından gerçekleştirilen Kapalıçarşı Baskını'nda parmağı olduğu ileri sürülen Behçet Cantürk, 1984 yılında dönemin Kaçakçılık ve Istihbarat Daire Başkanı Atilla Aytek'in düzenlediği bir operasyonla Diyarbakır'da ağabeyi Nizamettin Cantürk ve üvey kardeşi Azed Cantürk'le birlikte gözaltına alındı.

Behçet Cantürk, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı, ASALA örgütüne yardım ettiği, Kapalıçarşı baskınını düzenlediği gerekçeleriyle, Diyarbakır ve Ankara Askeri Mahkemeleri'nde idam talebiyle yargılanmaya başladı.

BEHÇET CANTÜRK'ÜN ASALA'lı DOSTLARI
Ermeni ASALA örgütü tarafından düzenlenen kanlı Kapalıçarşı baskınının planlayıcısı olarak suçlanan ve idam talebiyle yargılanan Behçet Cantürk 1985 yılında beraat etti. Cantürk, artık MIT arşivlerini zenginleştirmekten başka işe yaramayan ifadelerinde ASALA üyesi dostlarını şöyle sıralamıştı:
*Garo Palancıyan: Teyzemin kocasıdır, Suriye Gizli Servisi El Muhaberat'a mensuptur.
*Ohannes Palancıyan: Şato teyzemin oğludur. Kamışlı ASALA sorumlusudur. Muhaberata kayıtlıdır.
*Samuel Nalbantçı: Süslü teyzemin kocasıdır. Muhaberat'a kayıtlıdır.
*Setro Sarhıslıyan: Halep'te kuyumculuk yapar. Diyarbakır Ermenileri'nin büyüğüdür.
* Misag Sarhıslıyan: Asala'nın üst düzeyinde bir şahıstır. Teyzemin kızıyla evlidir. Halep'te kuyumculuk yapar.
*Aram Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'ya maddi destek sağlar. Eroin işiyle de uğraşır.
*Hayo Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'nın üst düzey görevlisidir.
*Agop: Soyadını bilmiyorum. Teyzemin damadı olur.
*Dikran Basmacıyan: Eroin kaçakçısıdır.
*Torko Kilerciyan: Doktordur. Amerika'da oturur. ASALA mensubudur ve örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Nubar Kilerciyan: Hollanda'da oturur. ASALA mensubudur. Örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Erkan Köroğlu: İsveç'te oturur. Mensubu olduğu ASALA adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Bedros Demirciyan: Annemin amcasının oğludur. ASALA mensubudur.
24-1-94


Behçet Cantürk'ün Anıları: Beco
Soner Yalçın
Su Yayınları

Annesi Ermeni'ydi: Hatun Demirciyan. Yaşamı boyunca "Ermeni Dönmesi" aşağılanmalarına maruz kaldı. İlk cinayetini işlediğinde 15 yaşındaydı. İkincisinde 19... Uyuşturucu sevkıyatına 23 yaşında başladı. Eşini ve oğlunu Lice depreminde kaybettiğinde ise 25 yaşındaydı... Otobüs firması ve oteller satın aldı. Karadeniz mafyasıyla işbirliği onu silah kaçakçılığına götürdü. Müteahhitlik devlet ihalelerinin kapısını araladı. Sarı Avni O'nu İsviçre ve İtalya'daki uluslararası kaçakçılarla tanıştırdı. Asala ve PKK'ya yardım ettiği iddiasıyla işkenceli sorgulardan geçti... Hep beraat etti. Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada onun ismi vardı... Düğmeye basıldı... Son sevkıyatı 5.5 ton baz morfindi. Son yolculuğu ise evineydi. Öyle olmadı. Zırhlı otomobil 14 Ocak 1994 Cuma günü polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu. Bir gün sonra... Sapanca'da... Şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş olarak bulundu... İşte Behçet Cantürk'ün Yaşam Öyküsü...
Devamını oku »

Sadık Albayrak Kimdir

Sadık Albayrak ( 1942)

gazeteci, yazar



15 Şubat 1942 tarihinde Trabzon’un Of ilçesine bağlı Yenice Köyü’nde doğdu. Ulema bir aileye mensup. Dini bilgileri ve Kur’an'ı köyündeki cami imamından öğrendi. Babasının manifatura dükkanı açması sebebiyle ailesiyle Trabzon'a geldi. 1954 yılında İlkokulu Cudibey İlkokulu'nda bitirdi. İmam–Hatip Okulu'na kaydoldu. 1962 yılında imtihanla İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi. 1966 yılında mezun oldu.

1964 yılında İstanbul Sultanahmet Camii kürsü vaizliğine tayin edildi. Askere gittiği 1967 ortalarına kadar, Beyazıt, Şehzadebaşı, Fatih camilerinde irşad vazifelerinde bulundu.

Öğrenciliği sırasında, 1964-1967 arasında Yeşilay (IOGT)’ın gençlik başkanlığını yürüttü. Okullar arasındaki münazara yarışmalarının düzenleyicisi ve yöneticisi oldu.

Yüksek İslam Enstitüsü öğrenci derneği üyeliği ile beraber Mezunlar Derneği başkanlığını da bir müddet yürüttü. Bu arada İslam Medeniyeti Vakfı’nın kurucusu oldu. 1970’den itibaren, İstanbul Müftülüğü’ne bağlı Şeriyye Sicilleri Arşivi'nde 8 yıl uzman olarak çalıştı.

1970’li yıllarda Babıali'de Sabah, Yol, Ufuk, Yeni İstiklal, Sebil, vb. gazete ve dergilerinde yazıları çıktı. 1977 Martında çıkmaya başlayan Yeni Devir gazetesinde 'Mizan' başlığı altında günlük yazmaya başladı.

Haziran 1977’de MSP’den Trabzon Milletvekili adayı oldu.

1977’de İskilipli Atıf Efendi’nin bir eserinden ötürü, merhum Necip Fazıl’la beraber, İstanbul Toplu Basın Mahkemesi’nde yargılandı. 1981’de ise bir eserinden dolayı mahkum oldu. 1982-1983 yıllarında 9 ay kadar Silivri Kapalı Cezaevi'nde yattı.

1981 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 'Son Devir Osmanlı Uleması' eserinden dolayı birincilik ödülüne layık görüldü.

1979’dan itibaren Milli Gazete’de 'Mizan' köşesindeki yazmaya başladı.

1991 ve 1995 seçimlerinde RP, 1999 seçimlerinde FP’den İstanbul milletvekili adayı oldu.

1996 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kültür danışmalığına başladı. Evli ve iki erkek çocuk babası.


ESERLERİ:
Sömürüye Karşı İslâm (1971)
Türkiye'de Din Kavgası (1973)
Budin Kanunnâmesi ve Osmanlı Toprak Meselesi (1974)
Son Devrin İslâm Akademisi (1974)
Şeriattan Laikliğe (1977)
Devrimin Çakıl Taşları (1978)
Son Devir Osmanlı Uleması (1980-81)
Rahmet ve Savaş Peygamberi (1981)
Cezaevi Notları (1984)
Taşlaşma-Çağdaşlaşma (1987)
31 Mart Gerici Bir Hareket mi? (1987)
Meşrutiyet İslâmcılığı ve Siyonizm (1989)
Cumhuriyete Doğru-Hilafetin Sonu (1989)
Türkiye'de İslâmcılığın Doğuşu (1989)
Devrimler ve Gerici Tepkiler (1990)
Tek Parti Dönemi ve Batıcılık (1990)
Türk Siyasî Hayatında MSP Olayı(1990)
MSP Davası ve 12 Eylül (1990)
Çağdaş Devrim Yobazları (1990)
İslâm Dünyası Nereye Gidiyor? (1991)
Meşihat-Şeriat-Tarikat Kavgası (1994)




HABER

Sadık Albayrak'ın 50. Yazarlık Yılı
10 Mayıs 2013

Dünürü Sadık Albayrak'ın 50. Yazarlık Yılı Saygı Gecesi"nde konuşan Başbakan Erdoğan, Sadık Albayrak'ın, bir kültürün, medeniyetin, özellikle de bir medeniyet tasavvurunun yok olup gitmesine, unutulmasına ve unutturulmasına karşı çıkan bir kahraman olduğunu söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Bizim köklerimizi adeta budamak suretiyle bizi aslımızdan koparma gayreti içine girenler oldu ve bunu da başardılar. Şimdi yeniden bir nesil inşa ediyoruz, yeniden bir nesli inşa etmenin kodlarını verdik.

Şimdi bu kodlar üzerinde yükselen bir nesil, inşallah onlar Sadık abi gibi, şu anda burada bulunan birçok abimizin, kardeşimizin izinde hikmet dolu ilimle yola çıkarlar, böylece geleceğin Türkiye'sini onlar inşa ederler diye düşünüyorum" dedi.

Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü'nce, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda düzenlenen "Sadık Albayrak'ın 50. Yazarlık Yılı Saygı Gecesi"nde yaptığı konuşmada, Albayrak'ın hem 50 yılını ilme, araştırmaya adamış bir çınar, hem de kendilerinin, Selçuklu ve Osmanlı çınarıyla irtibatlarını kuran, gönül köprülerini imar eden bir mimar olduğunu söyledi.

DÜNÜRÜNÜ ANLATTI

Kendilerinin kökleri kesilmek istenirken, kökleriyle irtibatları kesilmek istenirken, Albayrak'ın cesaretle bir adım öne çıktığını, kollarını açtığını, o irtibatı muhafaza etmek için adeta göğsünü, bedenini siper ettiğini belirten Erdoğan, etkinlik öncesi Albayrak'ın yaşamının konu edildiği sinevizyon gösterimine değindi.

"Şer'iye Sicilleri'ni perdede izledik gördük. Acaba bugün oraları inceleyebilen veya oralara girip o bütün belgeleri tasnif edebilen elimizde kaç insanımız var" diyen Erdoğan, bu konuda yeni yeni adımlar atmaya çalıştıklarını aktardı.

Erdoğan, "Bizim köklerimizi adeta budamak suretiyle bizi aslımızdan koparma gayreti içine girenler oldu ve bunu da başardılar. Şimdi yeniden bir nesil inşa ediyoruz, yeniden bir nesli inşa etmenin kodlarını verdik. Şimdi bu kodlar üzerinde yükselen bir nesil, inşallah onlar Sadık abi gibi, şu anda burada bulunan birçok abimizin, kardeşimizin izinde hikmet dolu ilimle yola çıkarlar, böylece geleceğin Türkiye'sini onlar inşa ederler diye düşünüyorum" diye konuştu.

ALBAYRAK ÜRKEKLİK YAPMADI

Sadık Albayrak'ın, bir kültürün, medeniyetin, özellikle de bir medeniyet tasavvurunun yok olup gitmesine, unutulmasına ve unutturulmasına karşı çıkan bir kahraman, cengaver ve pehlivan olduğunu ifade eden Erdoğan, Albayrak'ı Silivri Cezaevi'nde ziyaret ettiği askerlik döneminde, Albayrak'ın bir ürkeklik, "ne yaptım da buraya girdim-" gibi bir hali yansıtmadığını dile getirdi.

Erdoğan, Albayrak'ın cezaevinde bile bir düşünce insanının geleceğe nasıl hazırlanması gerekiyorsa öyle hazırlandığını, aralarında geçen sohbette bunları yakaladığını, aradan geçen zamanda Allah'ın kendilerine çok daha farklı bir zeminde, mekanda, hem bir dava arkadaşı olarak aynı yolda, güzergahta yolculuğa devam etmeyi, yürümeyi nasip ettiğini ve aynı ailenin bireyleri haline getirdiğini, kader planının da bir taraftan dokunduğunu bildirdi.

ONUN CEMAATİNDENDİM

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şöyle devam etti: "Sadık Albayrak, onun gibi gönül erleri, fedakar, cefakar ilim insanları olmasaydı, inanın, geçmişten bugüne elimizde çok az şey kalırdı. Sadık Albayrak, bizim neslimiz üzerinde, bütün gelecek nesiller üzerinde oynanan bir oyunu, bedeli çok ama çok ağır olacak bir oyunu, karşılığında hayatını feda edecek kadar bir gözü karalık içinde bozan kişidir.

Biz, onun sayesinde, bize anlatılanların çok ama çok farklı olduğunu öğrendik. Kendisinin aynı zamanda Mercan'da cuma cemaatindendim.

Çünkü orada bir çantacıda çalışıyordum. Kendisi de oraya cuma günleri vaaza geliyordu. Onun çabaları, onun araştırmaları, onun eserleri sayesinde, geçmişin aslını, geleceğin tasavvurunu idrak ettik. Biz, medeniyetimizi, düşündüğü ile yaşadığını örtüştüren gönül erlerine borçluyuz.

GÖNÜL İNSANLARI İLE MEDENİYETİ İNŞA ETTİK

Fikri ile zikri bir, kalpleriyle dilleri bir, ruhlarıyla vücudları bir gönül insanları sayesinde bir medeniyet ve bir millet inşa ettik. Mevlana'dan bize kalan, sadece Mesnevi değildir, ondan bize sema kalmıştır, ondan bize, Hak'tan alıp halka verme anlayışı kalmıştır, ondan bize sevgi ve hoşgörü kalmıştır.

Yunus'u Yunus yapan, sadece o süt gibi arı Türkçesi değil, Taptuk Emre'nin kapısında gösterdiği sebat, adanmışlık ve sabırdır. Mehmet Akif'ten bize kalan, sadece İstiklal Marşı, sadece Safahat değildir. Mehmet Akif, edebi, hayayı, tevazuyu, dava adamlığını da bize miras bırakmıştır. Necip Fazıl'ın geride bıraktığı eseri evet, Çile'dir."

ÖMRÜNÜN BÜYÜK KISMINI DGM'LERDE GEÇİRDİ

Erdoğan, Necip Fazıl'ın sadece "Çile" isimli bir eser bırakmakla kalmadığını, gençlere, yeni nesillere, dava, hakikat ve mücadele çilesini miras bıraktığını, Albayrak'ın da bu zincirin bir halkası olduğunu kaydederek, onun kitaplarının bir eser olduğu kadar, hayatının da bir eser olduğunu, kitaplarının ilimle yoğrulduğu kadar, hayatının da ilimle yoğrulduğunu aktardı.

Albayrak'ın kendilerine kitaplarında gerçeği anlattığı kadar, hayatıyla da sırat-ı müstakimi, doğruluğu, diklenmeden dik durmayı anlattığını, bu uğurda hapislerde yattığını, ömrünün büyük kısmını ağır cezalarda, sıkıyönetimlerde, DGM'lerde, hakim karşısında geçirdiğini dile getiren Erdoğan, salonda bulunun birçok abisi ve dava arkadaşının da bu şekilde olduğunu söyledi.

Başbakan Erdoğan, Albayrak'ın bütün yıldırma girişimlerine karşı, aynen, yol arkadaşı Üstat Necip Fazıl gibi, davasından, düşündüğü fikri zikretmekten geri durmadığını, ilim, hakikat peşinde, önce kendisini bilmeyi başardığını, elde ettiği belgeleri yayınlarken, milletten saklanan bilgileri, fikirleri yayınlarken, herhangi bir hesabın derdine düşmediğini, ilmin namusuna, kalemin namusuna, yazının ve fikrin namusuna bir damla leke düşürmediğini anlattı.

SADECE KİTAPLARINI OKUMAYACAĞIZ

Kendilerinin ve gelecek nesillerin Albayrak'ın sadece kitaplarını değil, bir kitap kadar değerli ve bir şiir gibi olan hayatını da ibretle okuyacaklarını ve okutacaklarını ifade eden Erdoğan, Albayrak'ı tanımış, onunla yol arkadaşlığı yapmış olmaktan büyük gurur duyduğunu ve bundan dolayı Allah'a hamd ettiğini kaydetti.

Başbakan Erdoğan, böyle bir etkinliğin çok önemli olduğunun altını çizerek, bu zinciri başlatan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü'ne teşekkür etti. Albayrak'a çabalarından, gayretlerinden, yaptığı hizmetlerden, verdiği eserlerden dolayı şükranlarını ifade eden Erdoğan, iftihar vesilesi 50 yılın mübarek olmasını diledi.

TESBİH VE TABLO HEDİYE ETTİ

Başbakan Erdoğan, konuşmasından sonra Albayrak'a, yazarlık hayatının 50. yılı olması nedeniyle üzerinde hat yazısı bulunan bir tablo ve tesbih hediye etti.

Tabloyu inceleyen Albayrak, tablonun 1975 yılına ait olduğunu belirterek, üzerinde yazan sözleri okudu.

Albayrak, burada yaptığı konuşmada, ezanın Türkçe okunduğu dönemlere ve imam hatip lisesinde okuduğu döneme ilişkin bazı anılarını anlattı. Sadık Albayrak, kendisine gazeteci diye hitap edenlere "Hayır, ben okur-yazarım" dediğini kaydederek, insana ilk hitabın "Oku" olduğunu söyledi.

Başbakan Erdoğan'ın, eşi Emine Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan, kızları Sümeyye Erdoğan, Esra Albayrak ve torunlarıyla katıldığı geceye, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bazı milletvekilleri ve ilçe belediye başkanları, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Başkan Vekili Göksel Gümüşdağ, gecenin organizasyonunu yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Mehmet Atalay, Anadolu Ajansı Spor Haberleri Editör Vekili Ersin Şiyhan, Anadolu Ajansı İstanbul Bölge Müdürlüğü Haber Müdürü Zeki Gümüş ve TAV Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Erdoğan da katıldı.
Devamını oku »

Ali Haydar Bozkurt Kimdir

Ali Haydar Bozkurt

Toyota CEO'su


yönetici, işadamı




1967 yılında doğdum. Hayatımın ilk 29 yılını, Nisan’da sokakları portakal çiçeği kokan Adana’da yaşadım.

Bu süre zarfında, eğitim hayatımın yanısıra, profesyonel olarak tiyatro çalışmaları yaptım. Ayrıca uzun yıllar lisanslı basketbol oynadım. Fotoğrafçılık, müzik, vb hobilere de bir hayli zaman ayırdım.

Bugün Adana’dan ayrılalı 16 yıl olmuş. Düzenli olarak belirli aralıklarla mutlaka Adana’yı ziyaret etmeye devam ediyorum.

Ancak, özellikle de her yıl Nisan’da, yani biz Adana sevdalılarının deyimiyle Portakal Çiçeği Mevsimi’nde, dünyanın neresinde olursam olayım mutlaka Adana’ya gelmeye devam ediyorum. Sadece 1 yıl yapamamıştım bunu. O yıl da, sağolsunlar, öğretmenim, sevdiğim dostlarım topladıkları portakal çiçeklerini kavanozlara koyup kargo ile bana göndermişlerdi. Bir hafta o kavanozları saklamıştım buzdolabımda. Her gün sabah akşam kavanozları açıp kokluyor, gözlerimi kapatıp Nisan’da Adana sokaklarında dolaştığımı hayal ediyordum.

Bunu daha önce yaşamamış bir insana anlatmak biraz zordur belki. Ama, bir kez yaşayanın ömür boyu aklında kalacak bir güzelliktir.

Her Nisan’da mutlaka Adana’ya gidiyor, özellikle de portakal çiçeklerinin en yoğun koktuğu akşam üzeri saatlerinde kot pantolonumu, tişörtümü ve olmazsa olmaz beyaz Converse’lerimi giyip şehrin caddelerine çıkıyorum… Saatlerce yapmaktan yorulmadığım, bıkmadığım bir şey bu yürüyüşler… Geçtiğim her yerde farklı bir anı.. Fonda dalga dalga o müthiş portakal çiçeği kokuları… Herkesi ve her şeyi sevdirebilecek kadar ruhumu yıkayan o büyülü koku…

Biz çocukken Adana’da şehir merkezine çok yakın portakal bahçeleri de vardı. Ve, akşam üzeri oldu mu, rüzgar o bahçelerden topladığı portakal çiçeği kokularını şehrin sokaklarına taşırdı… Geçtiği her yerde dalga dalga çarpardı yüzümüze… Şimdi şehir merkezindeki portakal bahçeleri yok belki ama, tüm sokaklardaki portakal (turunç) ağaçları ve şehir merkezindeki parklardaki ağaçlar sayesinde, yürüdüğünüz tüm caddelerde aynı kokuyu bulabilirsiniz.

Adana’da sosyal, sanatsal ve spor ağırlıklı bir eğitim hayatım oldu. Ayas Koleji mezunuyum. Hatta okulun ilk erkek mezunlarındanım. Sınıfta sadece 2 erkek okumuştuk. Tek sorunumuz, sınıflararası basketbol maçlarında erkek takımı kuramadığımız için kız-erkek karışık takımlar kurmak zorunda oluşumuzdu. Şanslıydık… Ömür boyu anlatacağımız anılarımız, ömür boyu kopmayacağımız dostluklarımız olmuştu…

Üniversite yıllarında da Adana’dan kopmamış ve Çukurova Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nden mezun olmuştum.

Tüm öğrenim hayatım boyunca hiç ders çalışmadım. Ders dışı zamanlarım tiyatro, basketbol, müzik, fotoğraf gibi uğraşlarla o kadar doluydu ki, ders çalışacak vaktim olmuyor, bu nedenle de dersleri derste dinleyerek ögrenmeye çalışıyordum. Buna rağmen başarılı bir öğrenci oldum sanırım.

1996 yılında, 29 yaşındaydım o tarihte, biraz geç kalmış olmakla beraber, profesyonel çalışma hayatına başlamak için İstanbul’a geldim.

Bu süre zarfında farklı şirketlerde farklı görevlerde bulundum. Halen, Toyota Türkiye CEO ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevimle birlikte, ALJ Holding CEO ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmekteyim.




HABER

Toyota CEO'su Bozkurt: Keşke Devrim arabaları devam etseydi
2 Aralık 2014

Toyota Türkiye CEO'su Bozkurt, "Keşke zamanında Devrim arabaları devam etseydi biz bugün dünyadaki Güney Kore gibi, Hindistan gibi bu işe soyunmuş, kendi markalarını oluşturmuş ülkelerin belki çok önünde olacaktık aslında" ifadelerini kullandı

"DEVRİM ARABALARI DEVAM ETSEYDİ"

Ali Haydar Bozkurt, Türkiye'nin istemesi halinde yerli bir otomobili en ince detayına kadar kendi imkanlarıyla üretebileceğini kaydederek, yerli otomobil üretiminin ekonomik bir fikir olup olmadığının tartışıldığını, bunun dev bir yatırım olduğunu yineledi.

Chevrolet gibi dev bir markanın bile birkaç ay önce yetersiz satış rakamları nedeniyle Avrupa pazarından çekildiğini hatırlatan Bozkurt, yerli otomobil üretimi fikrine ilişkin, "Evet yapabiliriz. Ama bu ürettiğimizi dünya ülkelerine satacak pazarları oluşturma konusu... İmkansız değil ama gerçekçi de olmamız lazım. Bu iş öyle büyük bir yatırım ki 'pardon'u olmaz. Milyarlarca dolarlık bir yatırımdan bahsediyoruz" diye konuştu.

Sıfırdan bir otomobil markası oluşturma fikrinin oldukça zor bir iş olduğunu vurgulayan Bozkurt, Türk mühendisleri tarafından 1961'de üretilen Devrim marka arabalarının üretime devam etmesi halinde Türkiye'nin şimdi sektörün öncü ülkelerinden olabileceğini dile getirdi.

Bozkurt, "Keşke zamanında Devrim arabaları devam etseydi biz bugün dünyadaki Güney Kore gibi, Hindistan gibi bu işe soyunmuş, kendi markalarını oluşturmuş ülkelerin belki çok önünde olacaktık aslında" ifadelerini kullandı.
Devamını oku »

Zenci Musa biyografisi

Zenci Musa

ZENCİ MUSA

“Son dönem tarihimizde pek çok efsanevi şahsiyet vardır; islami zihniyetle dizayn edilen Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek için katlanmadıkları fedakarlık, göze almadıkları tehlike yoktur. Hepsinin amacı “Biz ölebiliriz, fakat bu ümmet yaşasın” idi. Hayatlarının baharlarından itibaren belki bir gün kendileri için yaşamadılar; pek çoğu canını, kimisi gençliğini gelecek nesillere verdiler.” Bu cümleler Mehmed Niyazi’nin Zenci Musa’yı anlattığı bir yazısının ilk cümleleri.. Zenci Musa ve arkadaşları, fedakarlık dolu hayatları ve feragat timsali kişilikleriyle adeta bu toplumun vicdanı oldular.

Mehmed Akif Ersoy’un “Eşref Bey’in emireri Zenci Musa , Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa..” diyerek Safahat’ına dahil ettiği Zenci Musa sadece Safahat’ta değil hepimizin gönlünde başköşede ağırlanmaya layık bir kahramandır. Aslen Sudanlı olan Zenci Musa Girit’te dünya’ya geliyor. Kahire’de yaşayan ve tam bir Osmanlı hayranı olan dedesi Zenci Musa’yı, İslamı iyi öğrenmesi ve Osmanlı’yı yakından tanıması için yanına alıyor ve büyük ihtimam gösteriyor. Türk mahallesinde büyüyen Zenci Musa Türkçeyi cok iyi öğreniyor. Trablusgarp’ta Türk subaylar ve Şeyh Sunusi’nin önderliğinde İtalyanlara karşı verilen mücadele bütün İslam dünyasında yankı bulmuştu. Zenci Musa bu savaşa katılmak için Kahire’den Libya’ya gitti ve buradan sonra artık Osmanlı Devleti için nerede tehlike baş gösterdiyse bütün heybetiyle orada biten kahraman bir asker oldu. İşte o Zenci Musa gündüz Galata gümrüğünde hamallık yapıp gece Milli Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırdığı İstanbul’da Özbekler Tekkesinde veremden vefat ediyor. 300 bin altını Yemen’de Tevfik Paşa’ya teslim etmeyi başaran Zenci Musa öldüğünde, bavulundan bir Osmanlı haritası, Eşref Bey’in resmi ve kefen çıkıyor.

“BU İŞ DAHA BİTMEDİ...”
İşgal kuvvetleri komutanı General Harrington, İstanbul’da Galata gümrüğünü gezdiği sırada, kendisine “İşte 300 bin altını Yemen’e kaçıran Zenci Musa bu” denildiğinde hemen onun yanına gider ve şöyle der: “Eğer bizimle çalışırsan seni altına boğarım.” Zenci Musa’nın bu sözlere karşı verdiği cevap, bir kişinin değil; haysiyetin, asliyetin, şahsiyetin ve bin yıldır İslam Medeniyetine bayraktarlık yapmış bir milletin cevabı idi: “Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmani, bir bayrağım var: ay-yıldızlı bayrak, bir kumandanım var: Eşref Bey. Bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek...” Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki “anlamak” fiili mana yükünü, ancak 2,5 milyon şehitle, 2,5 milyon hayatın sönüşüyle bitirilmiş Birinci Dünya Savaşının sona erdiği günlerde, işgal edilmiş bir İstanbul’da, “Bu iş daha bitmedi” diye düşünebilen ve bunu işgalcilerin en yüksek rütbelisinin yüzüne haykıran bir adamı anlayabilirsek devam ettirecektir. Zenci Musa, Trablusgarp’tan Balkan Savaşına, Çanakkale’den Kudüs’e, Yemen’den İstiklal Harbine kadar yangın neredeyse oraya koşmuş bu millet için canla başla mücadele etmiş bir yiğitler sultanıdır.

Zenci Musa’yı bize tanıtan, onu yazmayı, onun yaptıklarını, bizlere aktarmayı en mukaddes bir görev bilen Mehmed Niyazi Bey’dir. O, büyük işlerin ancak, büyük potansiyel sahibi insanların birlikte çalışmasıyla başarılabileceğini çok iyi bildiği için, bize sunulan kronolojik kalıplara itibar etmemiş, tarihimizin arka planına ve yapıcılarına ışık tutarak ufkumuzu genişletmeye çalışmıştır. Sergiledikleri fedakarlıklarla tarihimizin yapıcısı olmuş insanlara haklarını teslim etmek, onlara düşünce dünyamızda layık oldukları yeri vermek hepimizin görevidir.
Mehmed Niyazi Bey’in büyük gayretleri olmasa, tarihimizin sayısız ve isimsiz kahramanlarından olan Zenci Musa’yı, Mamaka Mustafa’yı, Mihrali Bey’i, Üsküplü Osman’ı, Uşaklı Mehmed Baba’yı, Oğuz Amca’yı tanıyamayacaktık.

Türkiye’nin aydınları artık genel konular üzerinde , yüzlerce defa tekrarlanmış, yazılıp çizilmiş genel yorumlar üretmek yerine, her biri toplumumuzun ayrı bir meselesi olan özel konulardan (aslında) geneli ilgilendiren yorumlar çıkarmalı ve bu üretimlerle düşünce dünyamızı zenginleştirmelidirler. Bu çemberi kırmak Türkiye’de aydın olduğunu iddia eden herkesin sorumluluğudur. Eğer tarihi zenginliğimiz entelektüel seviyesini gönlünün zenginliğiyle birleştirerek, çalışma disiplininden ve orijinalite kaygısından bir an bile kopmayan aydınlar eliyle toplumumuza sunulabilirse mutlaka karşılığını bulacaktır. Refik Özdek’in “Ocağımız Sönmesin” isimli romanı, Osmanlı-Rus savaşı neticesinde Kırım’dan göç etmek zorunda kalan ve gidebileceği tek adres “Ak Topraklar” olan insanların çileli yolculuğunu anlatır. Ruslar hakim olunca terkedilen ocakların korları muhafaza edilmiş, yeni ocaklar bu korların ateşiyle kurulmuştur. Bize düşen, bu korun ateşini ruhumuzda, gönlümüzde taşımak ve muhafaza etmektir. Ocağımızın sönmemesi gönül ateşinin devamlılığına bağlıdır. Kendimize, şahsiyetimize ait bilgiyi ve bakış açısını nesilden nesile aktarmak için özgüven, çaba ve kararlılık gerekiyor. Bugün artık, ‘Güç bende olduğu için haklı da benim; bu sebeple kimse benim meşruiyetimi sorgulayamaz, meşru olan tek şey benim çıkarlarımdır” diyen batı uygarlığının dünyayı hiç de iyi bir yere götürmediği anlaşılmıştır. Bu durumda toplumumuza mal olmuş ortak bilincin ve değerlerin billurlaştırılmasını dert edinen bir aydın tipi’nin oluşup çoğalması ve “Bu iş daha bitmedi” diye haykırması elzemdir.

İslam dünyasında, halihazırda Irak’ta, Felluce’de yaşananlar adalet fikrine, sevgiye, saygıya, hasılı insana ait bütün güzel hasletlere çıkarları için kılıç çeken “hasta dünya görüşünün bütün tesirlerinden arınmak için canla başla çalışmayı gerektirmektedir..

Ey Zenci Musa, gittiğin yerlerde seninle yanyana yürümek vardı, düşmanla vuruştuğunda seninle omuz omuza olmak, konuşmak senin gibi kahramanları konuşurken anlamlı, dinlemek senin gibi “ruh adam”ların yaptıklarını dinlerken…
Devamını oku »

Aleyna Tilki kimdir Aleyna Tilki kaç yaşında ve nereli

Aleyna Tilki sosyal medyanın en çok konuşulan isimlerinden biri. Aleyna Tilki kimdir merak ediliyor. Küçük yaşına rağmen sahnelere çıkması çok fazla eleştiri aldı. Peki Aleyna Tilki kimdir? Aleyna Tilki kaç yaşındadır?


Son zamanların en çok konuşulan isimlerinden biri Aleyna Tilki. Aleyna Tilki'nin henüz yaşı küçük olmasına rağmen büyük bir karaktere bürünmesi ve sahnelere çıkması tartışmalara neden olmuştu. Kliplerinde giydiği cüretkar elbiseleri ise sosyal medyada çok konuşulmuştu. Aleyna Tilki'nin çocuk yaşta kadınsallığı ön plana çıkarıp sahne alması eleştirildiği gibi destekleyenlerde oldu. Peki Aleyna Tilki kimdir? Aleyna Tilki kaç yaşındadır? olan Aleyna Tilki 2000 doğlumlu ve sadece 16 yaşındadır.

ALEYNA TİLKİ KİMDİR?

Aleyna Tilki, 2014 yılında TV 8'de yayınlanan Yetenek Sizsiniz Türkiye yarışmasına katılarak adını duyurmuştu. 2000 doğumlu olan Aleyna Tilki Konya doğumludur. Annesi Trabzon Of'lu olan Tilki'nin babası ise Rus göçmenidir. Şuanda halen lise öğrencisi olan Aleyna Tilki 1,65 boyunda ve 48 kilodadır. Dj Emrah Karaduman ile birlikte çıkardıkları Cevapsız Çınlama şarkısı ile Youtube'da çok fazla dinlenmiştir. 

ALEYNA TİLKİ EGOSU

Popülaritesi gün geçtikçe artan Tilki'ye karşı antipati duyanların mazeretleri ise güzel şarkıcının bir programda sarf ettiği ''Benim 1 yaşından beri fanlarım var'' ve '' Herkes beni parmakla gösteriyor sürekli'' gibi açıklamaları oldu.  Tilki, ayrıca; “Ben ünlü bir çocuktum zaten. Hep popüler büyüdüm. Parmakla gösterilen bir çocuktum. Oturduğum semtte tüm insanlar beni tanırdı. Okula başladığımda herkes beni tanırdı. Bu yüzden hep popülerdim. Buna rağmen beni sevmeyenler olmuştur. Bu da hiç değişmemiştir zaten. Eleştirileri, kıskançlıkları hoş görüyorum. Çünkü bu benim ilk defa yaşadığım bir şey değil. Çocukluğumdan beri yaşıyorum bunu” sözlerini de sarf etti. Bu sözler sonrası Tilki'ye egosu ayrı kendisi ayrı gibi yakıştırmalar yapılıp Aleyna Tilki ve egosu diye hitap ediliyor.
aleyna tilki nerede oturuyor,aleyna tilki hangi okulda,aleyna tilki ailesi,aleyna tilki kaç kilo,aleyna tilki doğum tarihi,aleyna tilki boyu kilosu,aleyna tilki yetenek sizsiniz,aleyna tilki 2017 kaç yaşında
Devamını oku »